1864 Büyük Kafkas Sürgünü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ercan Başnuh

Dünya Abhaz Birliği Konseyi Üyesi

Bu çalışma ,161 yıl önce ,21 Mayıs 1864 tarihi ile sembolleşen Büyük Kafkas Sürgünü’ne dair İzmir Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından coğrafi çerçeve ve sürgünün ana gerekçesini oluşturan tarihsel arka plan ışığında bir yaklaşım sağlamak amacıyla yapılmıştır.

Kafkas haklları 19. yüzyılda insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birini yaşamıştır. 21 Mayıs 1864 tarihi ile sembolleşen Kafkas halklarının  Çarlık Rusya’sına karşı verdikleri bağımsızlık mücadeleleri 300 yıla yakın sürmüştür. 1864 yılında sona eren bu asimetrik savaş dünyada az bilinen sıra dışı bir mücadeledir. Kafkas Halkarını  yenilgileri ile sona eren Kafkas-Rus savaşlarının sonunda halkın  büyük kısmı hayatını yitirmiştir. Kalanların da çok az kısmı hariç başta Osmanlı Devleti olmak üzere ana vatanlarından dünyanın çeşitli yerlerine sürülmüşlerdir. Tarihe ‘Çerkes Göçü’ ya da  ‘Kafkas Sürgünü ‘ olarak geçen bu trajediler zinciri, yalnızca ‘göç ya da sürgün ’ olarak değerlendirilemeyecek boyutlar içermektedir. Kendi dillerinde ‘’Yokoluş’’olarak Türkçeye çevrilebilen bu sürgün aslında bir ‘’Soykırımdır’’

Giriş

Kafkaslar, Karadeniz’in doğu kıyısından kabaca 38°-50° kuzey enlemleri ile 37°-50° doğu boylamları arasında yer alır. Kafkasya, üç eski kıtanın (Avrupa, Afrika, Asya) birleştiği, 5000 km boyunca uzanan, Akdeniz, Ege Denizi, Marmara Denizi, Boğazlar, Karadeniz, Azak Denizi gibi iç denizlerin meydana getirdiği bir su koridorunun doğu ucunda bulunur. Doğu-batı, Kuzey – Güney yollarının kesiştiği yer olup dünyanın her yeriyle kolaylıkla münasebette bulunmaya müsait stratejik bir coğrafyadır.

Bugünkü tanımı ile Kafkasya’nın sınırları, batıda Karadeniz, doğuda Hazar Denizi, güneyde Çoruh, Arpaçay ve Aras nehirleri ile kuzeyde Don nehri ağzı ile çok sayıda gölün yer aldığı Maniç bataklığı ve Kuma nehrinin ağzı olarak kabul edilir.

 Günümüzde pratik olarak coğrafi ve siyasi olarak ele alındığında Kafkasya, Kuzey ve Güney Kafkasya olarak iki ana bölgeden oluşmaktadır. Küçük Kafkas Dağları, Rioni ve Kura Çöküntülerinin oluşturduğu Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın yer aldığı bölge “Güney Kafkasya”yı veya Transkafkasya’yı oluşturmaktadır.

Kuzey Kafkasya; güneyde Azerbaycan ve Gürcistan, batıda Karadeniz ve Azak gölü, doğuda ise Hazar Denizi ile çevrili 340.000 km2 büyüklüğündeki bölgedir.

 Kuzey-batı Kafkasya diğer bir tabirle Çerkezistan, batıda Karadeniz sahili, güneyde Gürcistan ve kuzey kesimi Kuban nehri ile sınır olup, doğu kısmı ise Terek nehrinin baş mecrasında Çeçenistan’la sınır teşkil eder.

 Kuzey Kafkasya bir bakışta keşfedilemeyecek kadar karışık bir etnik ve sosyokültürel yapıya sahip, tarih boyunca medeniyetlerin uğrak yeri olan ve siyasal nüfuz alanına dönüştürerek pek çok kavimin kültürel mirasını günümüze taşıyan, birbirinden farklı dilleri konuşan kırktan fazla halkın bir arada yaşadığı, dünyanın en karmaşık bölgelerinden biridir.

 Göç güzergâhları ve yerleşim yerleri üzerine yaptığı araştırmalarla bilinen Yunan tarihçi Strabon, Kafkasya’da 300 kadar dil konuşulduğu ve Romalıların oradaki islerini 130 tercümanla sürdürdüğünü yazmaktadır.

Kafkas Halklarının yerleşik olduğu bu bölgede yapılan mücadelelerin coğrafi sınırlarına baktığımızda, Rusların her dönem ‘işgal eden’ konumunda oldukları görülmektedir. Bu gün bölgede yaşanan trajik olaylar bazı kavramlar etrafında değerlendirilmekte olup, dünya kamuoyunda henüz net bir şekilde tanımlanmamıştır.

Bilindiği üzere Kafkasya’yı terk ederek zorunlu olarak göç etmek durumunda kalan Kafkas halklarının  öncelikle gittikleri yer Osmanlı Devleti olmuştur. Kafkaslarda yasayan insanların çoğunluğu, hükümdarını halife olarak kabul ettikleri ve din kardeşi olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne göç etmeyi, kurtuluş için tek çare olarak görmüşlerdir. Bunun öncesinde Türkler ile Kafkas halkları  arasındaki ilişkiler 1060’lı yıllarda Melikşah döneminde Selçuklular’ın Dağıstan’a yerleşmeleri ile başlar.

 Devletin iskân politikasından bağımsız olmayan Osmanlı Devleti ile Çerkesler arasındaki ilişkinin temelinde öncesinde Osmanlı Devleti’nin Kafkasya bölgesini tampon bölge haline getirmek istemesi ve sonrasında başta askeri alanda olmak üzere insan ihtiyacını giderme isteği vardır. İlişkilerin en önemli safhası Ahmet Cevdet Paşa zamanında gelişmiştir. Bölgeye özellikle dini açıdan nüfuz ederek kendine bağlamak isteyen Osmanlı Devleti İslamiyet’in yayılması için çalışmıştır. Bu noktada Ahmet Cevdet Paşa’nın şu ifadeleri durumu daha açık bir şekilde izah etmektedir. “Kırım hanlığı istiklâl suretiyle Devlet-i Âliyye’den munfasıl oldukta led’el-icâbtevâif-i Çerâkise’den asker celb ve istihdam etmek üzere Devlet-i Âliyye nazar-ı ihtimâmını Çerkezistan’aihâle etmeğe mecbur olduğundan ahâlisine din-i İslâm telkin olunup refterefte bu tarafların kâffe-i ahâlisi putpereslikten geçerek kavi Müslüman olmuşlardır.”

 Ancak 1829 Edirne Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti’nin bölgedeki etkinliği giderek zayıflamıştır. Kırım savaşından sonra ise iyice belirginleşen kırılmaların ardından Kafkasya’dan Anadolu’ya kitlesel insan akımları hızlanarak devam etmiştir. Son olarak İmam Şamil’in 1859’da savaşı kaybedip esir düşmesinin ardından Rusya’nın da uyguladığı baskıların etkisiyle insanların Kafkasya bölgesini terk edişleri doruk seviyeye ulaşmıştır. Edirne Antlaşması’ndan sonra başlayıp 1860’larda artan ve toplu olarak 1864 yılına denk düşen Kafkasya’dan Anadolu’ya Kafkas sürgününde vatanlarını terk etmek zorunda kalanların sayıları milyonlarla ifade edilmektedir. 1864 yılı ile sembolleşen Kafkas halklarının ana vatanlarını terk ederek başka yerlere gitmeleri ‘zorunlu göç’ bağlamında göç olgusunu da içermekle birlikte ‘göç’ kavramı ile karşılanamayacak bir vakıadır. O dönem içerisinde yaşananlar çok daha vahim ve karmaşık olayları içerisinde barındırmaktadır. ‘Göç’ kavramının, daha ziyade yaşanan talihsiz olayları itibarsızlaştırmaya yönelik olarak özellikle kullanılması ise bizi gerçeklere ulaştırmayacağı gibi tarihi tüm yönleri ile ortaya çıkarmamızın önünde engel de teşkil etmek suretiyle bilimin ideolojik bir enstrümana dönüşmesine de neden olacaktır. 

 21 mayıs 1864 trajedisinin tarihsel arka Planı 

Kafkasya, zengin yer altı kaynakları ve önemli jeopolitik konumu nedeniyle eski çağlardan günümüze kadar stratejik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket eden büyük devletlerin en yoğun mücadele alanlarından biri olmuştur. Söz konusu bu mücadelelerdeki baş aktörlerin başında şüphesiz Rusya gelmektedir. Rusya ile birlikte İngiltere Fransa ve Osmanlı Devleti de çıkarları gereği bölgeye kayıtsız kalamayan devletlerdi. Böylece 19. Yüzyılda Adığeler kendilerini dünyanın en güçlü devletlerinin siyasi oyunlarının içinde buldular ve bu devletlerin her biri kendi çıkarlarına yönelik politikaları doğrultusunda Çerkes kartını kullanmaya çalışıyor yıllarca süren Kafkasya savaşından yarar sağlamak istiyordu. Bir süre sonra dönemin egemen güçleri Çerkes meselesinin Rusya’nın bir iç meselesi olduğunu kabul ederek Çerkesleri Çarlık Rusya’sına karşı yalnız bırakmışlardır. 1500’lü yıllardan itibaren Rusların Kafkasya’ya zaman zaman saldırılar düzenlediği bilinmektedir. Rusya’nın Kafkasya’ya doğrudan ilk inişi ise 1720’li yıllara denk gelmektedir. 1763-1793 yılları arasında Kafkasları boydan boya kat eden bir istihkâm hattının inşasını tamamlamıştır. 19. yüzyıl baslarından itibaren de Kafkasya’ya tam olarak yerleşmeye başlamıştır. Avagyan2 yoğun olarak yaşandığı dönemleri dikkate alarak Kafkas – Rus savaşlarının üç döneme ayrılabileceğini ifade eder.

1- İlk dönem 1816-1846 yıllarını kapsamaktadır. Bu dönemde Rusların bölgeyi ele geçirip elde tutmak gibi bir gayeleri olmamış bölgeden gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı önlemler almak için asker göndermişlerdir.

2- 1846-1856 yıllarını kapsayan ikinci dönemde Ruslar yavaş ilerleyerek ele geçirdikleri yerleri zapt etmeye başlamışlardır.

3- 1856 yılından 1864 yılına kadar olan üçüncü dönem ise tüm Kuzey Kafkasya’nın boyunduruk altına alınmaya hazırlandığı ve bunun uygulandığı dönem olmuştur. Bu dönemde bölge halkları yığınsal olarak sürgün edildiler ‘Ruslaştırma’ya tabi tutuldular ve bölge halklarının sürüldüğü topraklara Ruslar yerleştirildiler.

 Rusya’nın Kafkasya bölgesini ele geçirerek sıcak denizlere inme ve güneyde kalıcı olma politikaları tarihten günümüze bilinen ve değişmeyen bir olgudur. Rusya’nın bu yayılma politikaları Rus topraklarına komşu olan toplulukları da yakından ilgilendirmiştir. Rusya’nın güneye doğru ilerlemesinin ön koşulu ise Kafkasya bölgesini ele geçirmektir. Emperyalist politikalar güden Rusya için, stratejik önem arz eden ve zengin kaynaklara sahip olan Kafkasya’yı ele geçirmek tarihte öncelikli amaçlardan olmuştur. Rusya, 1700’lü yıllardan itibaren ile 1800’lü yılların ikinci yarısına kadar Kafkasya’ya yönelik düşüncelerini uygulamaya koymuş ve en şiddetli yöntemlerle bölgede uzun yıllar süren savaşlar yaşanmıştır. Ancak jenosit olarak adlandırılabilecek yöntemlerle devam eden Kafkas-Rus savaşları olarak bilinen ve her 10 kişiden 9’unun yok edildiği mücadeleler, bölge insanlarının Osmanlı Devleti başta olmak üzere çeşitli yerlere sürgün edilmeleri ile son bulmuştur. 1700’lü yıllarda Çar İvan ve Çar 1. Petro dönemlerinde Kafkasya bölgesini işgale yönelik hazırlıklar yapılmıştır. Çar 1. Petro 1711 yılında Astrahan valisi Araksin’e Çerkesya›yı işgal etmesine emretmesinin ardından Araksin komutasındaki 30 bin kişilik bir Rus ordusu 26 Ağustos 1711’de Çerkesya›ya girdi. Önlerine çıkan her köyü yakıp yıkarak, geçtikleri yolda canlı bırakmayarak Karadeniz’e doğru ilerleyerek Kuban limanlarını ele geçirdiler ve yağmaladılar. Çerkesler 7000 atlıyla bu orduyu durdurmaya çalıştılarsa da, topları olmadığı için başaramadılar. Sadece bu işgal sırasında tarihi kayıtlara göre, Ruslar 43.247 Çerkes kadın ve erkeği öldürdüler. 39.200 at, 190.000 büyükbaş, 227.000 küçükbaş hayvanı çalarak beraberlerinde götürdüler.

 1761 yılında tahta çıkan II. Katerina, Petro’nun temelini attığı planları hayata geçirmeye başladı. Çeşitli görüşmelerin ardından Rusların burada kalıcı olmak istediklerini anlayan Kabardeylerin 1763 yılında Ruslara karşı saldırılara girişmeleriyle birlikte kesin şekilde Rus-Çerkes savaşı da başladı. Tarihe “21 Mayıs 1864 sürgünü ve soykırımı” olarak geçen olayların başlangıcı bu tarihlerdir.

Artık ‘Hazırlık Savaşları’ tamamlanmış ve gerçek Kafkas-Rus savaşlarının başlangıç aşamasına geçilecektir. 1774 yılında Osmanlının, Rusya ile giriştiği savaştan yenik çıkması sonucunda Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile birlikte Kırım Osmanlı himayesinden çıkartılarak bağımsız hale getirildi. Bu antlaşma kırılma noktalarından biri oldu. Daha sonra 1783 tarihinde Rusya tarafından işgal edilen Kırım 1792 tarihinde imzalanan Yaş Antlaşması ile tamamen Rusya’nın hâkimiyetine girdi. Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesi Kafkasya açısından önemliydi. 1783 tarihinde Kırım’ın Rusya’nın işgaline girmesi, Kuzey Kafkasya’nın 1864’teki sonunun da başlangıcı olmuştur. Kırım’ın Osmanlı’nın elinden çıkması ile Osmanlı doğrudan Kafkasya’ya yöneldi. Rusya da işgali altındaki Kırım üzerinden doğrudan Kafkasya’ya yöneldi ve Taman ve Kuban boylarını işgal etti. Kafkasya’yı tamamen ele geçirmek üzerine kurulu plan irili ufaklı askeri harekâtlar ile devam etti. 1828-1829 yıllarında Osmanlı-Rus savaşı sonunda Osmanlı savaştan yenik çıktı. Rusların Anapa kalesini kuşatmaları esnasında Osmanlı bölgedeki Çerkesler’den yardım istedi. Ancak Anapa Rusların eline geçti. Ruslarla görüşmek isteyen Adığe heyeti Rusların tam itaat istekleri karşısında geri döndü. Bunun ardından Rus komutan Gnr. Emanuel Çerkesya’ya saldırarak bizzat Kuban’ı geçti ve birlikleriyle 210 köyü yerle bir etti. Savaş sonunda Edirne Antlaşması imzalandı. Antlaşma sonunda Anapa, Poti ve Ahıska Rusya’ya bırakıldı. Böylece 1829 Edirne Antlaşması ile Rusya, Çerkesya üzerindeki tahakkümünü uluslar arası anlamda meşrulaştırmış oluyordu.

Ana müdafaa mevkii olan Poti ve Anapa’nın elden gitmesi Batı Karadeniz sahillerinin Osmanlıların kontrolünden çıkmasına neden oldu. Bu ise Osmanlı Devleti’nin bölgeyle irtibatını güçleştirmişti. Kafkasya’daki yerli Kafkas halklarını da Rusya’ya karşı kendi başına mücadele yapmaya itti. Edirne Antlaşmasından başlayarak Kafkasya’nın tamamen işgaline, yani Dağıstan Çeçenistan ve Batı Kafkasya’daki Çerkeslerin boyun eğdirilmesine kadar geçen süre içinde Ruslar, Çer1 Kadir Natho, Kafkasya’da ve Kafkasya Dışındaki Çerkesler  e karşı devamlı olarak yıpratıcı ve yok edici bir savaş uygulamışlardır. Yalnızca 1841 – 1846 yılları arasında Rusya ve Batı Kafkasya Boyları Birliği arasında 80’den fazla savaş olmuştur.

 Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya siyasetinin de sonu olan 1856 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Paris Barış Antlaşması’nda Çerkesya Rusya’nın bir iç sorunu olarak kabul edildi ve antlaşmada yer bulamadı. Rus Çarı II. Aleksandr bu durumdan istifade ederek, Kafkasya’nın kesin olarak fethedilmesine karar vermiş ve bu amacına uygun olarak Gnr. Prens Baryatinski’yi Kafkasya Genel Valiliğine tayin ederken kurmay başkanlığına da Miliotune getirilmişti. 1858’de Kafkasya Orduları Komutanı Özel Görev Subayı olan ve 1864’te Tuğgeneral rütbesine terfi eden Rostislav Andreevich Fadayev’in ifade ettiği gibi “Kafkasya’ya sahip olma fikri Rus tarihinde kalıtsal bir tutkuya dönüşmüştü.”Slav milliyetçilerinin ve Rus yöneticilerinin, “üçüncü Roma” gibi imparatorluk kurma hırsları ve “sıcak denizlere ulaşma istekleri” gibi stratejik çıkarları yüzünden Rusya, Kırım ve Kafkasya’da katliamlar ve sınır dışı etme eylemlerini gerçekleştirerek bölge içinde ihtiyaç duyduğu nüfus hâkimiyetini ele geçirmeye çalışmıştır.

 Çarın naibi prens Baryatinski, vakit geçirmeden Çerkesya›da askeri operasyonlarla Rus-Kazak köylerinin kurulması ve ormanların Çerkesler’den temizlenmesi harekâtına girişti. Gnr. Baryatinski, önce Kırım’ı abluka altına alarak deniz yoluyla yardım gelmesini engellemiş, daha sonra da Doğu Kafkasya’yı ve Batı Kafkasya’yı hâkimiyet altına almak için Şeyh Şamil üstüne harekât başlatmıştır. Sol kanat komutasındaki Yevdokimov’a bağlı kuvvetler önemli ilerlemeler kaydetti. Çerkesler’in bu durum karşısında daha iç bölgelere çekilmekten başka seçenekleri kalmadı. Karşılaştıkları büyük kıyımların da etkisiyle dağlıların bütün direnme gücü kırıldı. 1858 yılında ikinci Argun seferi sırasında Şamil son defa saldırıya geçti. Bu sırada ayaklanan Nazran bölgesi halkı Şamil’den yardım istedi. Yardım için yola çıkan Şamil yoğun topçu ateşleri nedeniyle Nazran’a ulaşamadı. Ayaklanmaya karşı 6 süvari bölüğü 2 piyade taburu ve 6 topla takviye birlikleri gönderen Rus kuvvetleri kaleyi kurtararak isyan liderlerinden dördünü Nazran’dan 2 km uzaklıktaki bir tepe üzerindeki kurganda astılar. Yine 40 kadar çocuk zorla ailelerinden alınarak rehine olarak Vladikavkaz’a götürüldüler.6 Şamil çekildiği Kafkasya’nın yüksek ve doğal kalelerinden birinde son zamanlarını geçirirken yalnızca 400 kişi kalmıştı ve bu kadar kişi ile savaşın sürdürülmesi imkânsızdı. Yaklaşık 30 yıldır sürdürdüğü mücadelesini sonlandırmak zorunda kaldı. Yanında sağ kalan 50 kişi ile birlikte teslim oldu. Çar II. Aleksandr bu savaşlar sonunda Gnr. Kont Yevdokimov’a gönderdiği madalyonun onur yazısında “ …3 yıl içinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirerek uyuşmaz yerli halkları boyun eğdirip temizleyip çıkardınız. Şimdi Rus yerleşimcilerini rahatça oturtup yerleştiriniz…”İfadelerini kullanmaktadır.

1861 yılında Vubıh, Abzah ve Şapsığ liderlerin katılımı ile Soçi Vadisi’nde bir kongre toplandı. Mecliste bağımsızlık vurgusu yaparak her şeye rağmen mücadeleye devam etme kararı aldı. Abzeh, Şapsığ ve Ubıhların Ruslara karşı direnişleri bir yıl daha devam etti. Savaş bir süre daha devam etti. Yevdokimov işgal edilen topraklarda bir genel valilik kurarak başına genel vali (namestnik) atadı. Bu genel vali 1863’te çara gönderdiği raporunda şunları yazıyordu: “Kesinolarak söyleyebilirim ki, kış boyunca (1863-1864 – T.K.) sıradağların kuzey yamacında kalan ve bize boyun eğmeyen bütün halk buradan sürülecek ve bu bölge tamamen temizlenecektir.” Genel valinin tahmini doğru çıktı. Son olarak tek başlarına kalan Vubıhlar’ın direnci de 1864 Mart ayında kırıldı. Bu çaresizliklerden sonra Vubıh’ların anlaşmak ve bölgeyi terk etmek için 2 ay süre istedikleri ve bu isteklerinin kabul edilmeyerek Rusya tarafından imha planına devam edildiği ifade edilmektedir. Gürcü asıllı bir Rus subayı olan Esadze’nin4 şu cümleleri dikkat çekicidir. “Garnizonda Lazarevski karakolunun 3 taburunu bırakan General Geyman kalan 5 tabur 4 dağ topu ve Tver Dragon alayının bir süvari bölüğüyle 7 Mart’ta ülke içine hareket ederek üç gün boyunca bütün köyleri yakıp kül ettiler ve halkını deniz kıyısına doğru sürdüler.” 21 Mayıs 1864 günü, Karadeniz kıyılarındaki Tuapse yakınlarında yer alan Kbaade mevkiinde son Adığe birliğinin de Rus ordusuna karşı savaşarak yenik düşmesiyle, öngörüldüğünden çok daha uzun süre devam eden Adığe-Rus savaşları sona ermiş oldu.21 Mayıs 1864’te Kafkasya Genel Valisi Grandük Mihail “Kafkas Savaşları”nın bittiğini ilan etti.

0
be_endim
Beğendim
0
dikkatimi_ekti
Dikkatimi Çekti
0
do_ru_bilgi
Doğru Bilgi
0
e_siz_bilgi
Eşsiz Bilgi
0
alk_l_yorum
Alkışlıyorum
0
sevdim
Sevdim
Giriş Yap

İZSAM ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!